27 Temmuz 2008 Pazar

SÜNNET


Sünnet günümüzde tüm dünyada halen en çok uygulanan operasyondur. Sünnete bağlı komplikasyon oranı %1.5–5 arasında bildirilmektedir. Yenidoğan sünnetinde oran %0.2–0.7 iken, daha büyük çocuklarda %5–20 olarak bildirilmiştir. En sık görülen komplikasyonlar kanama ve enfeksiyon genellikle kolayca tedavi edilirken, oldukça nadir görülen ciddi komplikasyonlar ise hayatı tehdit edici nitelikte olmaktadır. Sünnete bağlı komplikasyonlar kanama, yara enfeksiyonu, penil yapışıklıklar, gereğinden fazla veya az sünnet derisi çıkarılması, sekonder fimozis, glans, üretra ya da penil şaft hasarı gibi erken komplikasyonları ve meatal stenoz gibi geç komplikasyonları içermektedir.Erken komplikasyonlardan kanamanın sıklığı %0.04–20, idrar retansiyonunun %0.02–43, enfeksiyonun %0,5–12 ve meatal ülserasyonun sıklığı ise %0–31 olarak bildirilmiştir. Meatal ülserasyon daha çok yenidoğan sünnetinden sonra görülmektedir ve bu olguların 26–38%’de ise geç komplikasyonların en belirgini olan meatal stenoz (0–11%) oluşmaktadır.Bunların yanı sıra literatürde penisin komplet olarak kaybı, glans ampütasyonu ve üretra hasarına bağlı oluşan fistül oluşumu gibi nadir ancak oldukça ciddi komplikasyonlar da bildirilmiştir. Ülkemizden yapılan bir çalışmada, sünnete bağlı komplikasyon oranlarının hastane dışında lisansı olmayan sünnetçiler tarafından yapılan çocuklarda, hastanede üroloji kliniklerinde yapılan sünnetlere göre oldukça yüksek olduğu gösterilmiş ve hastane dışı steril olmayan ortamlarda ve lisanssız kimseler tarafından yapılan sünnetlerin hayatı tehdit eden erken dönem ve uzun süreli etkisi olabilecek olan geç komplikasyonları da beraberinde getirebileceği belirtilmiştir.Kutenöz KomplikasyonlarKutenöz komplikasyonların en can sıkıcısı olanı, gereğinden fazla penis cildinin eksize edilmiş olmasıdır. Saklı (buried) penis, genellikle Plastibell cihazı yada Gomco klempi ile yapılan sünnetlerde, aşırı miktarda penis cildinin eksizyonu ve sünnet derisinin ise fazla bırakılması ile oluşmaktadır.Glandüler KomplikasyonlarGlans nekrozu sünnet sonrası uygulanan baskılı bandaja, boyutu uygun olmayan Plastibell cihazına, epinefrin içeren solüsyonların kullanımına ve metal klempin elektrokoter ile temasına bağlı olarak gelişebilir. Glans nekrozuna ek olarak, glans penisin sünet sırasında laserasyonu veya ampütasyonu da meydana gelebilmektedir. Daha çok cerrahın kör teknik uyguladığı olgularda görülmektedir.Penil Şaft Komplikasyonları:Sünnet sonrası, koterle ilgili hasarlara bağlı olarak penis gövdesinin tamamının nekrozu da tanımlanmıştır.Üretral KomplikasyonlarNadir olmasına rağmen, sünnet sonrası üretral fistüller de tanımlanmıştır.Kanama KomplikasyonlarıKanama genellikle frenulumdan sızma ve nadiren penil şaft üzerindeki büyük arter ve venöz tarzda olmaktadır. Kanama genellikle baskı ile durmakta ise de bazen gümüş nitrat ile koter veya oftalmik koter hatta sütür ile kontrol altına alınması gerekebilmektedir.Diğer bir olası komplikasyon ise lidokain yerine konsantre epinefrin uygulamasına sekonder gelişen ciddi penil vazokonstriksiyondur. Bu nadir olan komplikasyonun tedavisinde ise 0.4 mg fentolamin lokal infiltrasyonu uygulanması önerilmektedir.Yenidoğan sünnetlerinde aşırı kanamlar bazen Faktör VIII eksikliği gibi kanama diyatezi habercisi olabilmektedir. Altta yatan eksikliğin düzeltilmesi kanama problemini başarılı bir biçimde ortadan kaldırmaktadır. Bilinen altta yatan koagülasyon defekti olmayan ve konzervatif yaklaımla durdurulamayan kanamalı olgularda yaranın tekrar eksplore edilmesi ve yeterli hemostazın sağlanması gereklidir.Sünnetlerin hemen hepsinin yenidoğan döneminde yapıldığı İsrail’de dini sünnetçiler ile doktorlar tarafından yapılan sünnetlerin komplikasyon oranlarının karşılaştırıldığı bir çalışmada, tüm komplikasyonların %83’ünün Mohel adı verilen sünnetçiler tarafından yapılan operasyonlar sonrasında görüldüğü ve erken dönem komplikasyonlarına bakıldığında sütür atılması gereken akut kanamaların tüm komplikasyonların %24’ünü kapsadığı belirtilmiştir.İdrar RetansiyonuSünnet sonrası idrar retansiyonu, oluşan fimozise, çok sıkı olan Plastibell cihazına ve sıklıkla da aşırı baskılı pansumana bağlı olarak gelişen iyi bilinen bir komplikasyondur. Genellikle baskılı pansumanın alınması ile spontan işeme olmaktadır.EnfeksiyonSünnet enfeksiyonları yaygın olmasına rağmen genellikle hafif tarzda oluşurlar ve genellikle topikal uygulanan antibiyotikler, ıslak pansumanlar ve ılık su oturma banyosu ile düzelmektedirler. Yenidoğan sünnetinde lokal anestetik ajan içeren topikal kremler, dorsal penil blok ve penil ring blok gibi lokal anestezi teknikleri tavsiye edilmektedir. Randomize kontrollü yapılan çalışmalar dorsal penil blok anestezisinin EMLA kremden daha etkili olduğunu göstermiştir. Yenidoğan sünnetlerinde analjezik etkisi nedeniyle topikal lignokain/prilokain krem (EMLA) kullanımı giderek artmaktadır.

ENÜREZİS NOKTURNA


Kızlarda 5, erkeklerde 6 yaşını geçmiş olmasına rağmen, bir çocuğun gece uykuda yatağını ıslatması, tıp dilinde “enurezis” olarak adlandırılan bir problemdir.5 yaş civarında %20, 10 yaş civarında %5 ve erişkin çağda %1 oranında görüldüğü söylenebilir. 5-12 yaş grubunda %19.6 ve 13-19 yaş grubunda %2.4 sıklık oranında enurezis görüldüğü tesbit edilmiştir. Enurezis nokturna, erkek çocuklarda kızlardan 1.5-2 kat fazladır. Genel olarak yatak ıslatan çocuklarda %70 oranında bir genetik (irsi) yatkınlık sözkonusudur. Beraberinde ise; ADH hormonunun (beyinden salgılanan bir madde) görece eksikliği nedeniyle böbreklerin gece boyunca çok idrar üretmesi, uyanma bozukluğu, uyku sırasında idrar torbası kapasitesinin yetersizliği ve aşırı kasılmalar yapması gibi fonksiyonel sebeplerden biri veya birkaçı bulunabilir. Genellikle sekonder (sonradan başlayan) yatak ıslatmada olmak üzere, olguların az bir kısmında psikolojik sebepler etken olabilir. Yatak ıslatma, çocuk ve aile için bir sorun olmaya başladığında tedavinin zamanı gelmiş demektir. Ancak, bu, beş yaşından daha önce olmamalıdır. Enurezis tedavisinde ilk ve en önemli adım, çocuğun tedaviye motive edilmesidir. Bunu sağlamak için de, çocukla sıcak bir ilişki kurmak, ailenin anlayış ve desteğini sağlamak, problemin çözüleceğine dair güven vermek ve çocuktaki suçluluk duygusunu gidermek gereklidir.Yatak ıslatma tedavisinde ameliyatın yeri yoktur. Bugüne kadar birçok metodun başarısı iddia edilmişse de, bugün için genellikle a)Davranış değiştirme tedavisi b)İlaç tedavisi c)İkisinin kombinasyonu seçeneklerinden biri uygulanır. Davranış değiştirme metodunda, ödüllendirme, motivasyon ve beraberinde “alarm tedavisi” dediğimiz yatak ıslatılırken çalarak çocuğu uyandıran bir zil sistemi kullanılır. Ailenin katılımını ve uzun süren ısrarlı bir tedaviyi gerektirir. Herhangi bir zarar ve yan etkisi yoktur.İlaç tedavisinde, bu çocuklarda eksik olan bir maddeyi yerine koyma amacıyla verilen hap veya spreylerle, idrar torbasının çalışmasını değiştiren bazı ilaçlar ürolog gözetiminde kullanılabilir.Yeterli süre ve doğru yöntemle tedavi edilirse, yatak ıslatma, her çocukta değişen bir periyoddan sonra yok olacaktır. Tedavi kesilince hemen nüks ile karşılaşılırsa, ya aynı yöntemle ya da metod değiştirerek bir süre daha tedavi uygulanır. Birkaç aya varan bir müddetle, tedavisiz kuru kalma haline ulaşılırsa, artık bir daha tekrarlama ihtimali yok denecek kadar azdır. Yatak ıslatma, ceza ile tedavi edilemez. Tam aksine cezalandırma, ters etki yaratabileceği gibi, çocuğun özgüven ve direncini de kırıp psikolojik sorunlara neden olabilir. Buna rağmen, ailelerin seyrek olmayarak cezalandırma uyguladıkları bilinmektedir. Ülkemizde bu alanda yapılmış tek çalışma bildiğim kadarıyla, tarafımıza aittir. Buna göre, ailelerin yatak ıslatan çocuklarına %35 oranında, ağır sayılabilecek cezalar verdiği görülmüştür. Öte yandan, elimizdeki verilere göre, ebeveynin yatak ıslatan çocuklarını cezalandırma oranı Burkina Faso’da %27 (1997), Singapur’da %20 (1997) ve Indiana-A.B.D’de %37 (1992) olarak bildirilmiştir. Su içirmemek, gece uyandırmak vs.Su içirmemek ve gece rastgele saatlerde çocuğu uyandırmak, hastalığı tedavi etmez, sadece yatağın o gecelerde kuru kalmasını sağlar. Bunun yerine ödüllendirme, teşvik, motivasyon ile çocuğa destek olup, çok zaman kaybetmeden bir üroloji uzmanına başvurmak gerekir.

18 Temmuz 2008 Cuma

BÖBREK TÜMÖRLERİ

Yetişkin kanserlerinin yaklaşık % 3' ünden böbrek tümörleri sorumludur. Böbrek tümörleri en sık 50- 60 yaşlarında oluşur, erkek kadın oranı 1.5/1' dir. Renal hücreli karsinoma (renal adenokarsinoma)’ nın tüm primer renal neoplazmların % 85’ini meydana getirmektedir. Böbrek tümörlerinin nedeni bilinmemekle beraber çevresel etkiler, diyet, hormonlar, kromozomal anomalilerin ve onkojenlerin etkilerini kapsayan çeşitli varsayımlar mevcuttur. Saptanan tek risk faktörü sigaradır. Sigara içenlerde risk en az iki kat fazladır. Böbrek tümörleri herhangi bir rahatsızlık veya ağrı yapmadan çok büyüyebilirler. Makroskopik hematüri (idrarda kan görülmesi), yan ağrısı, ele gelen kitle üçlemesi, hastaların sadece % 10-15' inde görülür ve sıklıkla ilerlemiş hastalık belirtisidir. Bazen ise başka nedenlerle yapılan tetkikler sırasında böbrekteki tümör görülebilir. Bu tip kanserlere rastlantısal kanser adı verilir ve bunların tedavileri diğerlerine göre daha başarılıdır. Hastaların üçte birinde ilk başvuruda uzak organ tutulumu mevcut olup, en çok akciğer tutulumu görülür. Böbrek kitlelerinin tanısında pek çok yardımcı teknik bulunmasına karşın Bilgisayarlı Tomografi (BT) en önemli tanı yöntemi olmaya devam etmektedir. Ultrasonografi (USG) solid ve kistik böbrek kitlelerinin tanısında oldukça etkilidir ve ilk tanı yöntemi olarak kullanılır.
Böbrek tümöründe cerrahi esas tedaviyi oluşturur. Hastalığın erken evrede yakalanıp, tümörün radikal nefrektomi (Hedef tümörün ve çevredeki geniş normal dokunun çıkartılması) veya nefron koruyucu cerrahiyle (tümörlü alanın sınırlı çıkarılması) çıkartılması ilk planda tercih edilen ve en etkili tedavi yöntemidir. Uzak tutulum veya lokal ileri evre hastalığın tedavisi oldukça zordur ve çok az sayıdaki hastalarda sonuç alınabilmektedir. Büyük üst pol tümörleri yada 7 cm'yi aşan tümörler hariç, rutin adrenalektomi önerilmemektedir. Lenfadenektomi ise evreleme amaçlı olarak perihilar doku ile sınırlı kalmalıdır. Embolizasyon makroskopik hematürisi olan ve cerrahi tedavi için uygun olmayan hastalarda ve büyük paravertebral metastazı olan vakalarda cerrahiden önce uygulanabilir.
Nefron koruyucu cerrahi ise, anatomik yada fonksiyonel tek böbreği olan hastalarda, yada böbreklerinden birinde lokalize küçük çaplı tümörü (4 cm'den küçük soliter tümörler) bulunan olgularda seçilmektedir. Tümör çapı artmış olgularda nefron koruyucu cerrahi yapılırsa, artan intrarenal nüks açısından yakın takip edilmelidirler. Laparoskopik radikal nefrektomi ise düşük morbiditesi ve lokalize tümörlerde benzer tümör kontrol oranları ile belli merkezlerde yapılmaktadır.
Böbrek tümörleri erken teşhis edildiklerinde tedavi şansları yüksek olan kanserlerdendir. Düzenli check-up, idrarında kan gören hastaların vakit kaybetmeden bir ürologa başvurması erken tanı konulmasında önemlidir.

17 Temmuz 2008 Perşembe

İNFERTİLİTE (KISIRLIK)

İnfertilite, düzenli cinsel ilişki ve herhangi bir korunma yöntemi uygulanmadığı halde 12 ay süreyle hamile kalamama durumudur. Günümüzde yaklaşık her yedi çiftten birinde kısırlık görülmektedir. Evli çiftler, isteklerine rağmen bir yıl içinde gebelik olmamış ise, birlikte tetkike alınmalıdır. Ancak, çiftlerden biri veya ikisi de 35 yaşın üzerindeyse, bir yıl beklemeden tetkikler yapılmalıdır.
Gebelik oluşturulamayan bir çiftte sorun %40 erkekle ilgili, %20 durumda hem erkek hem kadınla ilgilidir.
Erkek infertilitesine ait nedenler başlıca üç bölümde toplanır:
-Sperm'in nitelik ve niceliğini etkileyen üretim bozuklukları,
spermin ya üretimi
yada olgunlaşmasında bir bozukluk vardır
-Anatomik tıkanıklıklar, varikosel
-Diğer etkenler; Örneğin immunolojik (bağışıklık) etkenlere bağlı olarak spermin kadın üretim sistemi içinde hareket edememesi.
Ancak sorunu olan erkeklerin %30-40’ında infertiliteyi açıklayıcı hiçbir neden bulunamaz. İnfertilite araştırmasında her şeyden önce semen analizi yapılmalıdır. Semen incelenmesinde herhangi bozukluk olursa, test tekrarlanmalıdır. İkinci testte de bozukluk varsa, o zaman muayene ve diğer tetkikler gereklidir. Fizik muayene ile varikosel varlığı, testis volümleri, penis ve mea incelenmelidir. Gerekli durumlarda LH, FSH ve Prolaktin testleri, karyotipleme ve antisperm antikor bakılmalıdır. İnfertilite tedavisi bulunan nedene yönelik yapılmalıdır.
· Variokosel operasyonu: Varikosel testisin toplardamarının anormal bir şekilde genişlemesidir. Klinik olarak saptanan ve sperm parametrelerinde bozulmaya yol açan varikosel durumunda cerrahi işlem uygulanır
· Sperm iletim kanallarındaki tıkanıklığın açılması
· İnseminasyon, Mikroenjeksiyon
· Hormon ve diğer ilaçlarla tedavi
Özellikle son yıllarda meydana gelen üremeye yardımcı tekniklerdeki gelişmelerle çok ciddi erkek infertilite olgularında bile yüz güldürücü sonuçlar elde edilmektedir.

PROSTAT KANSERİ


Prostat kanseri erkeklerde en sık tanı konulan kanserler arasında ikinci sırada (deri kanserinden sonra) yer almaktadır. Kanserin yol açtığı ölüm nedenleri arasında da prostat kanseri ikinci sıradadır (akciğer kanserinden sonra).
Prostat bezi erkeğin üreme sisteminin bir parçasıdır, mesanenin altında, rektumun (makat) önünde yer alır. Prostat kanseri çoğunlukla prostat bezinin dış bölümünde ortaya çıkan habis bir tümördür. Prostat kanseri genellikle çok yavaş büyümesine rağmen zamanla prostat içinde yayılabilir ve vücudun başka bölümlerine metastaz (yayılma) görülebilir. Prostat kanseri özellikle erken dönemlerinde çok sinsi bir hastalıktır, kişide kanserle birlikte prostat büyümesi ve buna bağlı şikayetler mevcut değilse kanserin kendisine özgü hiç bir belirtisi bulunmayabilir. Erken prostat kanserlerinin çoğu belirti vermediği için, bunların tanısı PSA kan testi ya da parmakla makattan muayene ile konabilmektedir. Prostat kanseri riski elli yaşın üzerindekilerde hızla artmaktadır. Prostat kanseri vakalarının % 80'i 65 yaşın üzerindeki erkeklerdir. Prostat kanserine ilişkin aile öyküsü (prostat kanseri olan bir baba ya da kardeş) hastalık riskini artırır. Prostat kanserinin kesin tanısı prostat biyopsisi ile konur.
Erkeklerde en çok görülen kanser olan prostat kanseri erken safhasında teşhis edilirse, doğru ve yerinde bir tedavi ile iyileşme şansı yüksek bir hastalıktır. Prostat kanseri olan erkekler için tedavi seçiminde, kanserin aşaması ve yaygınlığı; hastanın yaşı; başka tıbbi sorunların bulunma olasılığı ve tedavinin kısa ve uzun dönemdeki istenmeyen etkileri dikkate alınmalıdır. Prostat kanserindeki tedavi seçenekleri şunlardır:
İzleyerek Bekleme: Kanser çoğunlukla yavaş büyür ve erkeğin yaşamında önemli sorunlara yol açmayabilir. Bu nedenle hemen tedavi etmemek, zaman zaman tercih edilen bir seçenek olabilir.
Ameliyat: Radikal postatektomide prostat bezi tamamen alınır. Bezin dışına yayılmamışsa tümör bu işlemle tamamen çıkarılır. İdrar kaçırma (üriner inkontinans) ile empotans da dahil, uzun süreli istenmeyen etkilerin görülme olasılığı söz konusudur.
Radyasyon Tedavisi: Prostat bezi içerisindeki kanser hücrelerini öldürmeyi amaçlar. İki şekilde uygulanabilir.
a)Radyasyon ışınlarının vücut dışından prostat bezine doğrudan uygulanması ile
b)Prostat bezi içerisine küçük radyoaktif tohumları ekerek (Brakiterapi).
Hormon Tedavisi: Erkek cinsiyet hormonlarıyla kanser hücrelerinin yok edilmesi prostat kanserinin büyümesini yavaşlatır. Bu tedavide ya ameliyatla testisler alınır ya da ilaç uygulanır. Kanseri iyileştirmez, ancak büyümesini yavaşlatır ve genellikle kanser, prostat bezinin dışına yayılana kadar uygulanmaz. Tedavi kızarma, cinsel istek kaybı ve empotansa yol açabilir.
Erkeklerde en çok görülen kanser olan prostat kanseri erken safhasında teşhis edilirse, doğru ve yerinde bir tedavi ile iyileşme şansı yüksek bir hastalıktır. Elli yaş ve üzerindeki bütün erkelerin yılda bir kez parmakla rektal muayene olmaları ve buna ek olarak yılda bir kez PSA testi yaptırmaları çok büyük önem taşır.

HİPOSPADİYAS (Yarım Sünnetli Olma)


Hipospadias erkek çocuklarda idrar deliğinin normalden daha aşağıda olmasıdır. Halk arasında ‘peygamber sünnetli’ ya da ‘yarım sünnetli’ olarak bilinir. Üç yüz canlı erkek doğumdan birinde görülür. Babada hipospadias varsa erkek çocuklarında %7 oranında görülme riski vardır. Hafif ve ağır dereceleri vardır. Ağır durumlarda; idrarın ileri doğru ve düzgün yapılamaması, kamışın sertleşince bükük kalması, meninin istenilen yere boşalamaması gibi ciddi problemler doğurur. Hafif dereceli hipospadiyas ise, kozmetik bir kusur olduğundan, çocuğun ve ilerideki yıllarda genç erişkinin psikolojik durumunu bozar. Ayrıca uygun yere açılmayan idrar deliğinin normalden dar olmasıda hastaya sıkınıtı veren diğer bir etkendir. Ağır hipospadiaslarda, yani idrar deliğinin testisleri taşıyan torba üzerinde ya da makata yakın olarak oluşması durumunda çocuğun genetik ve hormon yapısının mutlaka değerlendirilmesi gerekir.
Tedavide ameliyatla idrar deliği normalde olması gereken yere taşınır. Bu işlem bazı hastalarda tek ameliyatla yapılabildiği gibi, bazı hastalarda birden fazla ameliyat gerektirebilir. Hipospadiyaslı çocukların, ameliyattan önce asla ve asla sünnet olmamaları gerekir. Ameliyat için en uygun yaşların 8-18 ay arasında olduğu belirtiliyor. Operasyonda sünnet derisinden normalde olması gereken yere kadar idrar yapma yolu (üretra) oluşturulur. Ameliyat sonrası en sık karşılaşılan sorun dikişlerin atması veya dikiş hattı boyunca idrar kaçağına yol açan “fistül” olarak tanımladığımız deliklerin oluşabilmesidir. Bu da tekrarlayan ameliyatları gerektirebilmektedir.

BÖBREK KİSTLERİ

Kistler içi sıvı dolu keseciklerdir. Basit kistler, zararsız ve en yaygın kist türüdür. 50 yaşın üzerindeki erişkinlerin %50' sinde bulunur. Basit kistler olarak adlandırdığımız bu kistler anne karnında böbreğin gelişmesini sağlayan kanalların kalıntılarından oluşurlar. Hiç bir belirtiye yol açmayabileceği gibi; yüksek tansiyon, İltihap, taş, kanama, böbrek yetmezliği, gibi sorunlara da yol açabilir. Böbrek kisti tanısı, ultrasonografi, tomografi gibi radyolojik yöntemlerle konur. Çok büyümediği sürece bu kistlere cerrahi müdahale gerekmez, eğer kistler, yüksek tansiyon, iltihap ve böbrek yetmezliğine neden olmuşsa tedavisi yapılır. Günümüzde daha konforlu olan kapalı ameliyatla (LAPAROSKOPİK ) herhangi bir yara açmadan, kanama riski ve iş gücü kaybı olmadan, hastanede yatış süresi çok kısa olarak yapılmaktadır. Bir diğer tedavi seçeneği de kistler içerisindeki sıvı alınarak ve kistin kendi kendini kapattıracak bir sıvının bunun yerine şırınga edilmesidir. Fakat eğer kist tomografi ile değerlendirildiğinde kistin içindeki sıvı şeffaflık özelliğini yitirmişse ve kanama ile yoğunlaşmışsa, normalde ince ve düzgün olan kist duvarı kalınlaşmışsa, içinde herhangi bir oluşum olmayan kistin içinde bir dolgunluk,doku (tümör) varsa, içinde olmaması gereken kireçlenmeler ve bantlar varsa, kist içinde radyo opak madde tutulumu varsa kistin tümör lehine yapısal değişikliğe uğradığı düşünülmeli, basit kist tedavisi değil ve tümör için düşünülen tedavi seçenekleri uygulanmalıdır. Kistleri olan hastalar senede bir kez USG(ultrason) veya tomografi ile kontrollerini yaptırmalıdır.
Kemotörapatik İlaç Sisplatin Erkek İnfertilitesine Yol Açıyor
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji ABD tarafından yapılan çalışmada kemoterapi tedavilerinde oldukça sık kullanılan sisplatinin Y kromozomunda bulunan testise özgü protein üzerindeki etkisi araştırıldı. Urology dergisinde çıkan makalede Prof.Dr.Türkeri ve ark. sıçanlar üzerinde yaptıkları deneysel çalışmada, kontrol grubuna kıyasla sisplatin alan deneklerde belirtilen protein ekspresyonunun azalmış olarak bulunduğu ve bunun da erkek infertilitesi için başka bir mekanizma olabileceği belirtildi